karaadilli forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


karaadilli-paylasım forum-paylaşımda son nokta
 
AnasayfakaraadilliGaleriLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

türk tarihi savaşları

Önceki başlık Sonraki başlık Aşağa gitmek
Yazar Mesaj
dogan0378
yönetici yönetici
dogan0378

Erkek
Yaş : 46 Kayıt tarihi : 25/05/08 Mesaj Sayısı : 915 Nerden : AFYON
türk tarihi savaşları Vide
MesajKonu: türk tarihi savaşları türk tarihi savaşları I_icon_minitimeÇarş. Eyl. 03, 2008 10:46 pm

Talas Savaşı (Zaferi)

İlk müttefik Türk ve İslam orduları ile Çin ordusu arasında yapılan meydan savaşı. İslamiyet'i henüz kabul etmeyen Türklerin, Orta Asyada İslâm dînini tanıtıp yayan Araplarla birlikte, Çinlilere karşı, Talasta yaptıkları bu savaş, sebep ve sonuçları bakımından çok önemlidir. Göktürk İmparatorluğu'nu yıkmış olan Çinin başındaki Tang Sülâlesi (618-906) devrinde İmparator Hivang-Çang (713-755), Türk Hanoğullarının hâkimiyetindeki Şaş/Taşkent şehrini ele geçirmek istedi. Bu gayeyle Taşkent Seferine çıkan Kuça Valisi Kao Sien-tche çok geçmeden Taşkent hükümdarı Bagatur-tudunu esir alarak Çin İmparatoruna gönderdi.
Bagatur-tudunun öldürülmesi üzerine oğlu Tüen-en, başta Karluklar olmak üzere bölgedeki Türk boylarını Çine karşı birlikte harekete çağırdı. Ancak Göktürklerin yıkılmasından sonra henüz birliğini kuramamış olan Türkler, Çin kuvvetleriyle tek başlarına mücadele edemeyeceklerini bildikleri için Abbasîlerden yardım istediler. Ziyad bin Sâlih kumandasında gelen İslam ordusu, yardımcı Türk kuvvetleriyle birleşti. Bunu haber alan Çin komutanı Kao Sien-tche de 100 000 kişilik orduyla, Talas şehrine geldi ve burada müttefik kuvvetlerle karşılaştı. 751 yılı Temmuzunda başlayan savaş, pek şiddetli bir şekilde beş gün devam etti. Savaşın son gününde Çin kuvvetlerinin arkasına sarkan Karluklar, düşmana ağır bir darbe indirdiler. Kao Sien-tche az bir kuvvetle canını zor kurtarabildi. Savaşta Çinliler, elli bin ölü ve yirmi bin esir verdiler.
Talas Meydan Muharebesinin zaferle neticelenmesi; Türk, Çin, İslam ve dünya tarihiyle medeniyetinde çok önemli tesirler bıraktı. Çinliler Talas yenilgisinden sonra 20. yüzyıla kadar, Tanrı Dağları (Tiyenşan) batısına geçemediler. Batı Türkistan, Çin tehlikesinden kurtuldu.
Karluklar, Talas Zaferinden on beş yıl sonra, 766 tarihinde, Tanrı Dağları batısında ve Çu Irmağı boylarında müstakil Türk devleti kurdular. Türkistandaki Kamlık (Şamanlık), Buda ve Mani dinlerindeki yerli ve göçebe Türklerle Müslümanlar arasında, serbest ticaret, dostluk ve iyi münasebetler başladı. Türkler, Müslümanlarla tanışıp, İslam dînini yakından tanıma imkânına kavuştular. İslam dîninin üstün esasları, mütekâmil hâli, buralardaki Türklerin İslamiyet'i benimsemelerine sebep oldu. İslam medeniyet dairesine, Orta Asyada, binlerce Türk girdi.
Türkler, kâğıt yapmasını Araplara öğretti. Semerkanddaki imalathânelerde yapılan ipekten kâğıtlar, Orta Doğu ve Akdenize yayıldı. Müslüman Araplar, hakimiyetlerindeki bölgelerden öğrendikleri kâğıdı imal ederek medeniyetin bütün dünyada hızla yayılmasına hizmet ettiler.
Haçlı Seferleri
Papalığın teşvikiyle, Hıristiyan Avrupalıların, Müslümanlara karşı tertip ettikleri seferlerin umumî adı. En önemlisi dînî olmak üzere, siyasî, sosyal ve iktisadî sebeplere dayanan Haçlı seferlerini, Papa İkinci Urbanus, 1095 yılında toplanan Clermont Konsilinde yaptığı konuşmayla başlatmıştır. Asırlarca devam edip, milyonlarca insanın can kaybına, devletlerin yıkılıp, ülkelerin tahrip olunmasına sebep olmuştur. Doğu Hıristiyanlığının temsilcisi Bizans İmparatorluğu (395-1453), 1071 yılında Selçuklu Devleti (1038-1194) ile yaptığı Malazgirt Savaşı'nda yenilince, Türklere Anadolu kapıları açıldı. Selçuklu akıncıları, birkaç sene içinde Ege, Akdeniz ve Marmara kıyılarına ulaştılar ve Bizansın başkenti olan İstanbulu zorlamaya başladılar. 1075te Türkiye Selçuklu Devleti'ni kurup, İzniki başkent yapmaları, Avrupanın en büyük Hıristiyan devleti olan Bizansı kökünden sallamaya başladı. Bu durum Avrupalıları telâşa düşürdü. Çünkü Bizansın düşmesi Türklerin Avrupaya hakim olmasına yol açacaktı. Bunun önüne geçilip, Türklerin durdurulması gerekiyordu. Hattâ Anadolu dahil bütün Ortadoğudan atılmalıydılar. İkinci büyük sebep ise, iktisadî idi. Avrupa, 11. asırda müthiş bir fakirlik içindeydi. Kralların sarayları bile taş yığınlarından ibaretti. Altın, gümüş ve değerli madenlerin bir çoğu, Türklerin ve doğu kavimlerinin elindeydi. Avrupa, en iptidaî maddeler için bile doğuya muhtaçtı. Ziraat, çok ilkel usullerle yapılıyordu. Sulama sistemi yoktu. Fransa, Almanya, Venedik gibi büyük sayılan Avrupa devletlerinin senelik geliri, en mütevazı Türk beylerinin gelirlerinden azdı. Halk, önüne gelenin yağma ve talanından bıkmış, bir asilzâde veya eşkıya tarafından öldürüleceği günü bekliyordu.
Bu sırada Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah vefat etmiş, iç karışıklıklar baş göstermişti. Şiî-Fatımî Devleti, Selçukluların amansız düşmanı olup, Hıristiyanların müttefikiydi. Bütün bunlar, Papa İkinci Urbanusu Hıristiyanları birleştirerek Müslümanların üzerine saldırtmaya teşvik ediyordu. Böylece, bu papaz, Kudüs şehrini, Türklerin elinden almak için faaliyete başladı. Sadece Pierre L Ermite isminde yoksul bir Fransız keşişi, etrafına 50.000 Fransız toplamıştı. Bunlar, Almanyaya gelince, kendilerine 50.000 Alman serserisi daha katıldı. Macaristanda ve Balkanlarda daha da çoğalan bu çapulcu ordusu, 1096-1270 seneleri arasında tertiplenen sekiz Haçlı seferinin ilk ordusu oldu.
Birinci Haçlı Seferi (1096-1099)
Papaz Pierre LErmite ve şövalye Yoksul Gautier öncülüğünde İstanbula gelen bu topluluk, Bizans İmparatoru tarafından hemen Anadoluya geçirildi. Bunlar, doğunun zenginliklerine kapılıp, yağma ve tahribatlar yaparak yerli ahaliye zulmettiler. Anadolu Selçuklu Sultanı Birinci Kılıç Arslan, İznik önlerinde bu ilk Haçlı kuvvetlerini durdurarak, kılıçtan geçirdi. Bunların arkasından Aşağı Lorraine Dükü Gedefroi Bouillonun komutasındaki Haçlı ordusu yola çıktı. Bu orduda; birçok ünlü şövalye, soylu, kont ve dukalar vardı. Avrupanın bütün imkânları kullanılarak hazırlanmış olan bu ordu, 600.000 kişiden müteşekkildi. Almanyanın Rhein kıyılarında 10.000 Yahudi'yi kılıçtan geçiren bu Haçlı ordusu, İstanbula doğru gelirken, ülkesinde de yağma ve katliam yapılmasından endişe eden Bizans İmparatoru Aleksios Komnenos, onlarla anlaştı. Haçlılar, erzak ihtiyaçlarının temini karşılığında, Anadoluda aldıkları yerleri Bizansa vereceklerdi. Antlaşma sonrası Anadoluya geçen Haçlılar, 1097 senesi Mayıs ayında Türkiye Selçuklularının başşehri İzniki kuşattılar. Kanlı çarpışmalar iki taraftan da ağır kayıplara sebep oldu. Altı yüz bin kişilik Haçlı ordusu karşısında verdiği kayıplara dayanamayan Birinci Kılıç Arslan, çarpışarak geri çekildi. İznik, Bizansın eline geçti. Eskişehir istikametinden Anadoluya giren Haçlı ordusuna karşı Sultan Birinci Kılıç Arslan (1092-1107), yıpratma savaşlarına başladı. Anadoluda Haçlıları en stratejik bölgelerde yakalayıp, âni baskınlarla imha hareketlerine girişti, pek çoğunu kırdı.
Haçlıların yanında, Bizans İmparatoru da, durumdan faydalanarak Türkiye Selçuklularının batı bölgelerindeki topraklarını işgal etti. Ermeniler ise, Türklerin Haçlılarla uğraşmalarını fırsat bilip, Toroslar'a bir müddet hakim oldular. Altı yüz bin kişilik kuvvetle Anadoluya geçen Haçlılar, Türklerin imha hareketi sonucu, Antakya Kalesi önlerine geldiklerinde 100.000e inmişti. 1097 yılı Ekim ayında Antakyayı kuşatan Haçlılar, kale içindeki Hıristiyan ahaliden birinin ihaneti sonucu, dokuz ay sonra, Haziran 1098de şehre girebildiler. Musul Atabeği Kürboğa Beyin kumandasındaki Müslüman-Türk ordusu, Antakyayı Haçlılardan geri almak için teşebbüse geçti. Fakat şehir alınmak üzereyken aralarında çıkan fitne, başarısızlığa yol açtı. Haçlılar, yaptıkları huruç hareketiyle, bu Müslüman ordusunu dağıttılar.
Antakyayı alan Haçlılar, kırk bine düşen kuvvetleriyle Kudüse hareket ettiler. Şiî-Fatımîlerin elinde olan şehir, kısa sürede Haçlıların eline geçti. Müslüman, Musevî ve Hıristiyanların yaşadığı ve her üç din mensuplarınca da kutsal olan Kudüs, Haçlıların eline geçince, büyük bir katliama uğradı. Yetmiş bin Müslüman ve Yahudi'yi, mabetlere sığınan kadınlar ve çocuklar dahil, acımasızca kılıçtan geçirdiler. Şehrin sokakları, kan ve cesetlerden geçilmez oldu.
Birinci Haçlı Seferi neticesinde Kudüste Katolik Latin Krallığı, Antakya ve Urfada birer Haçlı devleti kuruldu. Hıristiyanlar Ortadoğuyu bu vesile ile tanıyıp, Doğu Akdeniz kıyılarına yerleştiler. Müslümanlarca Mekke ve Medineden sonra en mukaddes şehir olan Kudüsün, Şiî-Fatımîlerce Haçlılara teslimi, büyük üzüntüye yol açtı. Müslümanlar, Haçlıları Ortadoğudan atmak için hemen teşebbüse geçtiler. 1144 senesinde Musul Atabegi İmâdeddin Zengî, Urfayı geri aldı. Bu durum İkinci Haçlı Seferine sebep oldu.
İkinci Haçlı Seferi (1147-1149)
Urfanın Müslümanlar tarafından geri alınması üzerine, papa Eugeniusun teşviki ve papaz Saint Bernardın propagandası neticesinde İkinci Haçlı Seferi başlatıldı. Seferin komutanlığını, Yedinci Louis ile Almanya İmparatoru Üçüncü Konrad yapıyordu. Alman İmparatoru komutasında 75.000 kişilik ilk kafile, Konya Ovasına geldi. Bu ordu, Türkiye Selçukluları Sultanı Birinci Mesud tarafından imha edildi. Alman İmparatoru, canını zor kurtararak, beş bin kişiyle İznike sığındı. Fransa Kralı Yedinci Louis, 150.000 kişi ile yola çıktı. Alman İmparatorunun geriye kalmış döküntü kuvvetleriyle İznikte birleşti. Bu kalabalık orduya karşı meydan muharebesi yapmayı uygun bulmayan Sultan Mesud, Haçlıları, Toroslar geçidine çekti. Burada büyük kayıplara uğratılan Haçlıların artıkları, Antakyaya sığındılar. Şamı muhasara ettilerse de, Türkler tarafından mağlup edildiler.
Üçüncü Haçlı Seferi (1189-1192)
Selahaddin Eyyubî, Şiî-Fatımî Devletini ortadan kaldırıp, Eyyubî Devleti'ni kurduktan sonra, Haçlılara karşı harekete geçti. 1097 senesinden beri Haçlıların elinde bulunan Kudüsü, 1187 senesinde Hattin Zaferinden sonra ele geçirdi. Hıristiyanların birkaç kıyı şehir hariç, Ortadoğudan atılmaları, Avrupalıları endişelendirdi. Papa Üçüncü Clemensin teşvikiyle Fransa ve İngiltere Kralları ile Alman İmparatoru, Üçüncü Haçlı Seferine katıldılar. Sonu hezimet olmasına rağmen, Avrupanın en ünlü kral, imparator ve kumandanlarının katıldığı bu sefer, meşhurdur.
Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa, kara yolu, Fransız Kralı Philippe Auguste ile İngiliz Kralı Arslan Yürekli Richard, deniz yoluyla hareket ettiler. Alman İmparatoruna, Türkiye Selçukluları Sultanı İkinci Kılıç Arslan, elçileriyle Anadoluya girmemesini teklif etmişse de, kabul etmedi. Türkleri dinlemeyen İmparator Friedrich Barbarossa, ordusunun büyük bir kısmını Selçuklu askerlerinin elinde kaybetti. Sonunda, Akdenize ulaşamadan nehirde boğuldu. Başsız kalan ve ağır zayiat veren haçlılar, perişan bir vaziyette Filistine ulaştılar. İngiltere Kralı, deniz yoluyla Kıbrısa varıp, Bizans valisini adadan kovarak Latin Krallığını kurdu. Kıbrıstan Akkaya geçen Arslan Yürekli Richard ve deniz yoluyla Akkaya varan Fransız Kralı, uzun süren muhasaradan sonra kaleyi aldı. Kudüsü yeniden almak için savaştılarsa da muvaffak olamadılar. Fransa ve İngiltere kralları, acı tecrübeler ve ağır kayıplar neticesinde, Kudüsü alamayacaklarını anlayınca, ülkelerine döndüler.
Dördüncü Haçlı Seferi (1204)
Papa Üçüncü Innocentiusun çağrısı, Foutges de Nevillenin propagandası neticesinde Bonifacionun tertip ettiği bu Haçlı seferine Almanya İmparatoru Altıncı Heinrich katıldı. Papanın itiraz etmesine rağmen Haçlılar, Venedik gemileriyle İstanbul önüne geldiler. 1204 yılında, Ortodoks Bizanslılardan İstanbulu aldılar. Şehrin zenginliği, Katolik Hıristiyanları şaşkına döndürdü. İstanbulu yağmalayıp, tahrip ettiler. Dindaşlarına her türlü zulmü, her çeşit kötülüğü yaptılar. Bizans İmparatoru, tahtını İstanbuldan İznike taşıdı. Bu olay, Bizans tarihinde ilk defa oluyordu. Nihayet İstanbulda 1261 senesine kadar devam eden Latin İmparatorluğu kuruldu. Bu sefer sonunda Venedik ve Ceneviz Devletleri, Yakındoğuda, büyük nüfuz ve toprak parçaları elde edip zenginleştiler. Haçlılar, dindaşları olan İstanbulun Ortodoks Hıristiyanlarına, çok zulüm ve eziyet yaptılar. İstanbulun sanat eserleri, zengin olmak hırsıyla tahrip edildi, evler yağmalanıp, binlerce İstanbullu, şehrin tarihinde görülmemiş, insanlık dışı tecavüzlere uğradı, soyuldu ve işkenceyle öldürüldü. Dördüncü Haçlı Seferinden, Müslümanlardan ziyade, Ortodoks Hıristiyanlar zarar gördü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://karaadilli.net
dogan0378
yönetici yönetici
dogan0378

Erkek
Yaş : 46 Kayıt tarihi : 25/05/08 Mesaj Sayısı : 915 Nerden : AFYON
türk tarihi savaşları Vide
MesajKonu: Geri: türk tarihi savaşları türk tarihi savaşları I_icon_minitimeÇarş. Eyl. 03, 2008 10:46 pm

Beşinci Haçlı Seferi (1217-1221)
Papa Üçüncü Honoriusun teşvikiyle Macar Kralı İkinci Andrias, Kuzey Avrupadan gelen Haçlılarla, 1217 senesinde Akkaya geldi. Kral Andrias, Müslümanlar karşısında dayanamayınca, geri döndü. Geride kalanlar Dimyata saldırıp, şehri aldılar. Daha sonra Kahireye yöneldilerse de Eyyubîler tarafından bozguna uğratılıp, dağıtıldılar.
Altıncı Haçlı Seferi (1228-1229)
Papa Dokuzuncu Gregoriusun teşvikiyle Alman İmparatoru Üçüncü Frederich tarafından tertip edildi. Alman İmparatoru Kudüse kadar geldi. Eyyubî Sultanı Melik Kâmilin dış baskılardan bunaldığı bir devrede, Haçlıların Kudüse gelmeleri antlaşma zemini doğmasına sebep oldu. Antlaşma ile Kudüs Haçlıların eline geçti. Fakat Türkler tarafından mağlup edilmeleri sonucunda şehir, tekrar Eyyubîlere teslim edildi.
Yedinci Haçlı Seferi (1248-1254)
Kudüsün Müslümanlar tarafından alınması üzerine, Fransa Kralı St. Louis tarafından tertip edildi. Mısırda yeni kurulan Memlûklular, Haçlıları, 1250 senesinde, Mansûre Meydan Muharebesinde mağlup edip, Fransa Kralını da esir aldılar. Haçlılar dağıldı. St. Louis, Dimyatı Müslümanlara verip ülkesine döndü.
Sekizinci Haçlı Seferi (1268-1270)
Antakyanın Müslümanlar tarafından fethedilmesi ve Yedinci Haçlı Seferinin öcünü almak için Fransa Kralı St. Louis tarafından düzenlendi. Bu seferin hedefi, Kudüs olmayıp, Akdeniz kıyılarındaki Müslüman denizciler üzerineydi. St. Louis, Tunusa çıktıysa da, salgın hastalıktan öldü. Fransa ordusu geri döndü. Bu sefer de başarısızlıkla sonuçlandı.
1096-1270 seneleri arasında, Müslümanlara karşı düzenlenen Haçlı seferleri sonucunda, bir takım Lâtin devletleri kuruldu. Bunlar, Kudüs Krallığı, Kıbrıs Krallığı, Trablus Kontluğu, Antakya Prensliği, Urfa Kontluğu, İstanbul Lâtin İmparatorluğu, Mora Prensliği, Atina Dukalığı, Kefalonya Kontluğu, Naksos Dukalığı, Saint Jean Şövalyeleri idi. Bu Lâtin devletleri, Türkler tarafından ortadan kaldırıldı ve Haçlılardan hiçbir iz bırakılmadı. Fakat Haçlı seferleri, 1270 senesinde son bulmuş değildir. Her zaman Hıristiyanlar, Müslümanlara karşı askerî kuvvet birleşiminin yanında; siyasî, kültürel ve ekonomik alanlarda da cephe birliği içinde olmuşlardır.
Asırlarca devam eden Haçlı seferleri sonucu, pek çok kan döküldü ve milyonlarca insan can verdi; nice ülkeler harap oldu. Bu seferler, dinî, siyasî, sosyal, kültürel, iktisadî birçok hâdiselere sebep oldu. Müslümanlara karşı savaşa katılmaya teşvik için, Avrupada bir çok Hıristiyan tarikatları kuruldu. Seferlere iştirak için Avrupalıların dindarına, maceraperestine, işsiz-güçsüzüne ayrı ayrı vaadlerle propaganda yapılıp, Müslümanların karşısında bütün bunların boş çıkması neticesinde, papalığın ve kiliselerin otoritesi sarsıldı.
Bu seferler sonunda Hıristiyanlar, Müslümanları yakından tanıdılar. Harp meydanlarında aslanlar gibi cesurca dövüşen Müslümanların, aslında çok merhametli, iyiliksever, misafirperver olduklarını yakından gördüler. Müslümanların, papazların bahsettikleri gibi olmaması, Avrupalı Hıristiyanların daha önceki düşüncelerini değiştirdi.
Papalık, bu seferlerin masraflarını karşılamak gayesiyle, Hıristiyanların ruhanî işleri için vergi almak âdetini çıkardı. Bulunduğu çevrenin kilisesine vergisini vermeyenler, Hıristiyanlıktan aforoz edildi. Misyonerler faaliyetlerini artırıp, Asya ve Afrikada, Hıristiyanlığı yaymaya çalıştılar.
Haçlı seferlerine katılan şövalyelerin, Müslümanlar karşısında güçsüzlüğü anlaşılınca, derebeylik idaresi zaafa uğradı. Merkezî otoritenin hakimiyeti artıp, Avrupada krallık rejimi kuvvetlendi. Köle durumundaki köylü, toprak sahibi efendilerinden arazi alarak, mal mülk sahibi oldu. Avrupada aralarında büyük eşitsizlik ve adaletsizlik uçurumu bulunan sınıflar arasındaki fark, kısmen azaldı.
Doğu sanat ve medeniyetini tanıyıp, İslamî eserlere hayran olan Haçlılar, Müslümanlardan sanat ve teknik alanda birçok yenilikleri ve keşifleri öğrendiler. Pek çok eseri yağmalayarak Avrupaya kaçırdılar. Bu ise, Avrupada ilim ve tekniğin gelişmesine sebep oldu. Müslümanlardan kâğıt ve pusulayı da öğrenen Haçlılarda gemicilik çok gelişti. Venedik, Cenova, Marsilya, Pisa gibi Akdeniz limanlarının önemi artıp, ticarî faaliyetler hız kazandı. Bu şehirler, serbest bölgeler mahiyetini alıp, Batı ve Doğunun ticareti gelişti.
Haçlı seferleri neticesinde Müslümanlar, Bizanslılar ve Yahudiler çok zarar gördü. İslâm ülkeleri ve devletleri harap oldu. Yüz binlerce Müslüman; Anadolu, Mısır, Suriye ve özellikle Kudüste kılıçtan geçirilip, yerleşim alanları yağmalanarak yakılıp yıkıldı. Kadınlar ve çocuklar bile hunharca öldürüldü. Haçlıların kılıcından sadece Müslümanlar değil, Yahudiler, özellikle Ortodoks Bizans da nasibini aldı. İstanbulun zenginliğine hayran kalan Latin Katolikler, şehrin sanat eserlerini zengin olmak hırsıyla yağmaladılar. Ortodoks ahaliye saldırıp mal, can ve ırzlarına ziyadesiyle zarar verdiler. İstanbullular, şehri terk etmek zorunda kaldı. Haçlı zulmü o kadar arttı ki, asırlardır İstanbulda bulunan Bizans İmparatorluk tahtı, şehirden çıkarılıp, önceden Türkiye Selçukluları Devletinin başşehri olan İznike taşındı. Bizanslılar, 1261 senesinde İstanbulu Haçlılardan geri aldılar.
Haçlı seferleri sonucunda, İslâm medeniyetini tanıyan Avrupada, ilim ve teknikte gelişmeler olup, merkezî otoritenin kuvvetlenmesi yanında, Müslümanlara karşı asırlarca devam edecek askerî, siyasî, iktisadî ve kültürel politikanın da tespit edilip, safha safha tatbikine sebep olmuştur.
Osmanlı Devleti'ne ve diğer Müslüman devletlere karşı, 1364 Sırpsındığı, 1389 Birinci Kosova, 1396 Niğbolu, 1444 Varna, 1448 İkinci Kosova, 1453 İstanbul, 1538 Preveze, 1571 Kıbrıs, 1683 Viyana Kuşatması, Osmanlı Devletinin yıkılması ve 1919-1922 İstiklal mücadelemizde Haçlılar ittifak edip, Müslümanlara karşı cephe aldılar. Hattâ Kudüsün elimizden çıkması üzerine, müttefikimiz olan Almanlar, bayram yaptılar.
Batılıların geçen asırlarda ve günümüzde, İslâm ülkelerine karşı tatbik ettikleri yayılmacılık ve sömürgecilik hareketleri, İslâm dinine saldırmaları ve Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmak için yaptıkları bütün dejenerasyon faaliyetleri, geçmişteki Haçlı seferlerinin, hâlen soğuk savaş, kültürel ve ekonomik savaş olarak devam ettiğini göstermekte, bugün bile pek çok eserimiz çalınarak batıya kaçırılmaktadır. Aksine, batıdan ülkemize kaçırılmış bir tek eser bile görülmemiştir. Batı, her hususta bunu bugün bile tatbik etmektedir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://karaadilli.net
dogan0378
yönetici yönetici
dogan0378

Erkek
Yaş : 46 Kayıt tarihi : 25/05/08 Mesaj Sayısı : 915 Nerden : AFYON
türk tarihi savaşları Vide
MesajKonu: Geri: türk tarihi savaşları türk tarihi savaşları I_icon_minitimeÇarş. Eyl. 03, 2008 10:47 pm

Dandanakan Savaşı
Selçuklular ile Gazneliler arasında yapılan, Selçukluların başarısıyla sonuçlanan savaş (1040). Bu savaş, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun kuruluşuna temel oldu. Selçukluların bağımsızlıklarını elde edişleri, Gazne devletinin itibarını sarsmıştı. Harezm valisi Altuntaşoğlu Harun, Selçukluları, Horasan'ın fethi için teşvik ederek Gaznelilere karşı isyan etti. Karahanlı hânedanından Böri Tekin, Toharistan ve Hattulan taraflarına, 1038 yılında bir akın yaptı. Onunla Ali Tekin oğulları arasında başlayan gerginlik, Gazneliler'in işine yaradı. Gazneli Sultan Mesud, 1028'de 60 savaş filinin yer aldığı büyük bir orduyla Gazne'den Belh'e hareket etti. Bir orduyu Herat'a, başka bir orduyu da Merv üzerine gönderdi. Gazneliler, Selçukluları ve Türkmenleri tamamıyla ezmek kararındaydılar. Sultan Mesud, Belh'e vardığı zaman Çağrı Bey, Talekan, Fâryâb ve Şapûrgan'ı istilâ ediyordu. Sultan Mesud, nisan ortasında, Serahs'a yürüyen 70 000 süvari ve 30 000 piyadelik ordusuyla onu takip etti. İki ordu 15 Mayıs 1039'da karşılaştı. Selçuklular, çöle çekilmek zorunda kaldılar. Bu iklime alışık olmayan Gazne ordusu, takibe girişemedi. Uzun süren çatışmalardan sonra, geçici bir anlaşma yapıldı. Bu sürede Selçuklular, Türkistan'dan gelen Oğuzlar ile birleşerek güçlendiler. Sultan Mesud, hazırlıklarını tamamlayarak 12 Kasım 1039'da tekrar harekete geçti. 1040 mayısında ilk çarpışmalar başladı. Selçuklular, hafif süvari kuvvetleriyle saldırarak, su kuyularını kullanılmaz hâle getirdiler. Gazne ordusu, su bulabilmek amacıyla, Dandanakan hisarına çekilmek zorunda kaldı. Buradaki kuyular da işe yaramaz duruma getirilmişti. Gazne ordusunda disiplin bozuldu. Meydan muharebesi üç gün sürdü. Susuzluk, yorgunluk, açlık yüzünden dağılan Gazneliler, tam bir bozguna uğradılar. 23 Mayıs 1040 Cuma günü, kesin zafer kazanıldı. Sultan Mesud, 100 süvari ile savaş meydanından güçlükle kurtuldu. Gazne ordusu, bütün hazinelerini, mallarını, silahlarını bıraktı.
Bundan sonra Selçukluların karşısına çıkacak önemli bir kuvvet kalmadı; bu zaferle Selçuklu devletinin kuruluşu kesinleşti. Savaşın sonunda Sultan Mesud, Horasan'ı tamamıyla Selçuklulara terk etti. Bağımsızlıklarını kazanan Selçuklular, bu tarihten sonra, İslâm ülkelerini ele geçirmeğe başladılar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://karaadilli.net
dogan0378
yönetici yönetici
dogan0378

Erkek
Yaş : 46 Kayıt tarihi : 25/05/08 Mesaj Sayısı : 915 Nerden : AFYON
türk tarihi savaşları Vide
MesajKonu: Geri: türk tarihi savaşları türk tarihi savaşları I_icon_minitimeÇarş. Eyl. 03, 2008 10:47 pm

Malazgirt Savaşı (Malazgirt Zaferi)
Türklere Anadoluyu kazandıran, Selçuklu-Bizans Savaşı. Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Alparslan ile Bizans İmparatoru Romen Diyojen kuvvetleri arasında, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Doğu Anadoluda Malazgirt Ovasında meydana geldi. Bu muharebe, dinî, millî, siyasî, askerî neticeleri ve Türk-İslâm tarihinin en büyük zaferlerinden biri olması bakımından önemlidir.
Selçuklu Türkleri, Malazgirt Meydan Muharebesinden yıllar önce, Anadolu içlerine gazâ akınları tertip ettiler. Bu akınlarda, Anadolunun, Türklerin yerleşmesine müsait coğrafî hususiyet ve zenginliklere sahip olduğu tespit edildi. Selçuklu Türklerinin Anadoluya akınları, Bizans Devletini telaşlandırdı. Akıncıların bu gazâlarında, Anadolu ahalisine terör ve tahribattan ziyade adaletle muamelesi, zalimleri ortadan kaldırmaları, can, mal, ırz emniyetini sağlamaları, bölge halkının Selçuklu idaresini gönülden tercih etmelerine yol açtı. Doğu hududundaki hadiseleri dikkatle takip eden Bizanslı idareciler; ülkelerinin bütünlüğü ve devletin bekası için tedbir almaya başladılar. Bizansın ancak meşhur tarihi entrikalarla yüzyıllardan beri Anadoluda hakimiyetini koruyabilmesi, zulme varan sıkı tedbirleri, halka kötü muamelesi, yerli ahalinin Türklerin idaresini tercih etmelerini daha da kolaylaştırdı.
Bizans İmparatoru Romanos Diogenes (Romen Diyojen) iyi bir cengâverdi. Fakat hanedan mensubu değildi. Askerlik bilgisi, tecrübe ve cesareti, dul Bizans İmparatoriçesi Eudoxienin dikkatini çektiğinden, diğer aday ve teklifleri reddederek, 1068de Diyojeni tercih etmesine sebep oldu. Hanedan dışından bir şahsın Bizans İmparatorluğuna getirilmesi üzerine asiller, iktidara karşı cephe aldılar. Ülke içindeki muhalefeti tasfiye etmekle meşgul olan Diyojen, zekâ ve tecrübesine inandığı şahısları devlet kadrolarında vazifelendirip, Bizansın doğu hududundaki hadiseleri de dikkatle takip ettirdi. Ani ve Karsı zaptederek Aninin askerî mevkilerini tahrip eden Selçuklulara karşı, tahta çıkışından, 1071 yılına kadar her yıl sefere çıktı. 1068de Pozantıya, 1069da Paluya kadar geldi. 1070te de Kayseriye ordu gönderdi. Bu seferlerle, Bizans ordusunun muharebe kabiliyeti ve tecrübesi arttırılıp, disiplinli olması sağlandı.
Selçuklu akınlarının Ege Denizine, Marmaraya kadar uzanması ve 1071de Şiî-Fâtımî Devletinin, İslâm ülkeleri ve Abbasî Halifeliği için tehlike arz etmesi üzerine, Mısır Seferine çıkan Selçuklu Sultanı, Suriyede bulunuyordu. Türklerin Suriye topraklarındaki harekâtını haber alan Bizans İmparatoru Diyojen, doğuya hareket etti. Hareketinden önce verdiği nutukta azmini şöyle belirtiyordu: Doğu hudutlarımızda büyük bir İslâm tehlikesi belirmiştir. Bu tehlikeyi büyümeden ortadan kaldırmalıyız. Ordunun başında; bu tehlikeyi kesin olarak kaldırmaya gidiyorum.
Romen Diyojen, 13 Mart 1071de İstanbuldan 200 000den ziyade Frank, Norman, Slav, Gürcü, Abaza, Ermeni ve Rumelide yaşayan İslâm dînini kabul etmemiş Peçenek ve Uz Türklerinden de ücretli asker alarak Anadoluya geçti.
Bütün kaynaklarını seferber ederek hazırladığı ordusuna güvenen Diyojen, Bizanslılara büyük zaferle dönmeyi vaad ediyordu. Sivasa gelen Diyojen, bu bölgedeki Ermeni Prensleri ile ahalisini, toptan öldürttü. Ermenilerin mallarını askerlerine yağma ettirdi. Sivastan hareket etmeden önce, generalleri ile harp meclisi kurdu. Bu harp meclisinde, muharebenin, alınacak karar, plan ve hedefi tayin edilecekti. Gerçi Diyojenin plan ve hedefi kafasında çizilmişti. Bu, Türklerin Anadoluya bir daha akın yapmamalarını sağlayacak bir plandı. İrann içlerine ilerleyecek, Türkleri daha da doğuya sürecek, başşehirlerini zaptedecekti. İmparator, yalnız Anadoluyu elinde bulundurmak ve Türkleri yok etmek değil, bütün İslâm ülkelerini de almaya karar vermişti. Horasan, Rey, Irak-ı Acem ve Arap, Suriye valiliklerini komutanlarına vermeyi tasarlamış ve hattâ vaad etmişti. İstilâ edeceği İslâm ülkelerindeki camilerin yerine kiliseler açmayı ve bu suretle İslâm dinini ortadan kaldırmayı da aklına koymuştu. Harp meclisinde, generallerden, takip edilmesini lüzumlu gördükleri tekliflerin, ortaya konmasını istedi.
Sivastaki harp meclisinde, yapılacak harekâtın plan ve hedefi hakkında, iki ana teklif ortaya çıktı. Birincisi; Bizans ordusunun en bilgili ve tecrübeli komutanlarından Rumeli ordusu kumandanı General Nikefor Bryennes ile iyi bir stratejist ve tecrübeli bir komutan olan Türk asıllı general Magistors Tarkhal'dan (Jozeph Tarhchaniotes) geldi. Bu iki general, hudut boylarındaki tecrübelerine dayanarak, Türklere karşı çok ihtiyatlı harekâta girişmeyi tavsiye edip, ordunun Erzuruma kadar ilerleyerek, burada Türk ordusunu muharebeye zorlayacak ve kışkırtacak bir tertibin alınmasını, bu suretle muharebenin kendi toprakları içinde yapılarak lojistik desteğin kolaylaştırılmasını ve Türklerin istifadesine yarayacak her türlü maddî imkânların tahrip edilmesini teklif ettiler. Bu teklife karşılık, İmparatora hoş görünmek isteyen ikinci teklif sahibi muhalif generaller ise, hedefin daha derin olmasını ve ordunun vakit kaybetmeden Erzuruma varıp, İrana yönelmesini ve Türk ordusu ile nerede rastlanırsa orada, daha ziyade Türk ülkeleri içinde harp edilerek yok edilmesini teklif edip, birincileri korkaklıkla itham ettiler. Bu son teklif, esasen Bizans İmparatorunun planına uygun düştüğünden, ordunun doğuya hareketini emretti.
Bizans ordusunun doğuya hareketini haber alan Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan, Mısır Seferinden vazgeçti. Suriyeden geri dönüşte, önce doğuya yönelerek, gerekli savaş hazırlıklarını yaptı. Bu arada karakulakları (casus) vasıtalarıyla da Bizanslılara, Türklerin Reye çekildiği haberlerini yaymakta idi. Nihayet Diyarbekirden kuzeye yöneldi ve Bizansın beklemediği bir anda, Malazgirtin doğusunda ordugâhını kurup savaş hazırlığına başladı. Alparslan, muharebe azmiyle ordugâh kurarken, önceden, düşmanla dövüşeceğini Bağdattaki Abbasî Halifesine bildirdi. Büyük Sultan, savaş başlamadan evvel, Halife El-Kâim'in (1031-1075) gönderdiği İbnül-Mahlebanı (İbn-i Mühelban), değerli komutanlarından Sav Tiginle birlikte Diyojene elçi gönderdi.
Sultan Alparslanın heyeti, 25 Ağustos 1071 sabahı, Bizans ordugâhında hafife alınıp, hakarete uğradı. Diyojen, heyet başkanına; Kışlamak için İsfahanın mı, yoksa Hemedanın mı daha iyi olduğunu sordu. Sulh teklifini şiddetle reddedip; Sultânınıza söyleyiniz; kendileriyle sulh müzakerelerini Reyde yapacağım, ordumu İsfahanda kışlatıp, Hemedanda sulayacağım dedi. Heyet başkanı da, Diyojene; Atlarınızın Hemedanda kışlayacaklarından ben de eminim, fakat sizin nerede kışlayacağınızı bilemiyorum diyerek, gereken karşılığı verdi.
Sultan Alparslan, muharebe öncesi Halifeden dua talep etti. Abbasî Halifesi, camilerde cuma hutbesinde Alparslan ve ordusunun muzaffer olması için okunacak hutbe metni gönderdi. Muharebe gecesi, Alparslan, ayırdığı bir kuvvetle Bizanslıları, atılan ok ve naralar ile bütün gece tâciz ederek yorgun bir hâle düşürdü. Selçuklular, Bizanslı safında bulunan Türk asıllı birliklerle temas kurdu. Onların, Bizans ordugâhından ayrılarak Selçuklu ordusuna katılmalarını temin etti.
Malazgirt Muharebesinde Bizans ordusunun kumanda kademesi şu şekilde idi: Merkezde Bizans İmparatoru Romen Diyojen olup, yanında hassa ve seçkin birlikler vardı. Sağ kanatta, Anadolu ordusu kumandanı Mikhail Attalicpiates; sol kanatta Rumeli ordusu kumandanı Nikefor Bryennes; ihtiyatta da Andronikos Doucas vazifeliydi. Bizans ordusunun taktiği, Türkleri imha etmekti. Sultan Alparslan kumandasındaki kırk bin kişilik Selçuklu ordusu, yarım hilâl şeklinde tertibat aldı. Hafif süvâri kıtaları, kanatlara yerleştirildi. Ordu merkezi, düşman karşısında birleşmeden yavaş yavaş geri çekilecek ve onu hırpalayacak, at üstünde ok atan süvariler, düşmanın yan ve gerilerine taarruz ederek, Bizans ordusunu dağıtmaya çalışacaklardı. Taarruza katılan düşman süvarisi ezilerek geri atılacaktı. Bu şekilde ilerleyen düşman ordusu, karargâhından kâfi derecede uzaklaştıktan sonra, baskın kıtaları, düşmanın gerilerine taarruz edecek, asıl ordu da, bir ağırlık teşkil ederek, düşmanın kanatlarından birine taarruzla, onu yıktıktan sonra saldırıyı diğer kanada çevirmek suretiyle sonuca gidilecekti.
Selçuklu Sultanı Alparslan, âlim ve devlet adamlarının tavsiyesiyle, muharebeyi Cuma günü yapmayı tercih etti. 26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan, atından inip secdeye vardı; Yâ Rabbî sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Yâ Rabbî niyetim hâlistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret!diye dua etti. Sonra askerlerine dönerek; Burada Allahü teâlâdan başka bir sultan yoktur, emir ve kader Onun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte cihad etmekte veya benden ayrılmakta serbestsiniz dedi. Askerler coşarak hep bir ağızdan; Asla emrinden ayrılmayacağız karşılığını verdiler. Sonra hepsi ağlayarak helâlleştiler. Sultan, beyazlar giydi. Atının kuyruğunu bağlayıp, eline er silâhı olan gürzü alıp, şöyle hitap etti: Askerlerim! Şehit olursam, bu beyaz elbise, kefenim olsun. O zaman rûhum göklere çıkacaktır. Benden sonra oğlum Melikşahı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak, istikbal bizimdir. Bu nutku, hitabet sanatının ve muharebe öncesi psikolojik şartların, bütün inceliklerine sâhipti. Askerler coşup, şevke geldi.
Cuma namazından sonra başlayan muharebede Sultan Alparslan, fevkalade bir muharebe taktiği uyguladı. Bozkır çevirme hareketiyle, Türk ordusu hilâl şeklinde yayıldı. Muharebenin başlamasından iki saat sonra, Peçenek ve Uz Türkleri, Bizanslılardan ayrılıp, millî bir his ile, Müslüman Selçuklu Sultanına tâbi oldular.
Mezhep baskısı sebebiyle Bizanslılara kırgın ve kızgın bulunan Ermeni kuvvetleri de, muharebe meydanını terk etti. Bu hadiseler, Bizanslılarda manevî bozguna yol açtı. Bizans ordusunda Türklerin ok, gürz ve kılıcından kurtulanların, akşam teslim olmaya can attıkları görüldü. Cengâverliğine rağmen hiçbir şey yapamayan mağrur Bizans İmparatoru Diyojen, yaralı halde bütün mâiyeti ile birlikte esir edildi.
Malazgirt meydanındaki mücadeleden yenik çıkan İmparator, Sultanın huzuruna getirildiğinde, utancından başını kaldıramıyordu. Sultan Alparslan, onu nezaketle kabul edip oturttu, gönlünü aldı. Diyojen, muharebe öncesi, muazzam ordusunun Türkleri muhakkak yeneceğine inandığını itiraf etti. Sultan Alparslan; Eğer zafer sizin olsaydı, bana ne yapardın? diye sordu. Diyojen, öldürteceğini açıklayamadı. Kamçılardım cevabını verdi. Alparslan; Benim size ne yapacağımı düşünüyorsunuz? diye sordu. Ya öldürtürsünüz, yahut İslâm memleketlerinde bir esir gibi dolaştırır, süründürürsünüz. Belki de... Fakat onu düşünmek bile istemiyorum; mümkün görmüyorum, ama... Belki de, affedersiniz! dedi. Alparslan, yenilgiye uğramış bir insanı daha da küçük düşürmek istemedi. Bizans İmparatorunu affetti. Ağır şartlarla antlaşma imzaladı. Fakat Romen Diyojen, dönüşünde Bizanslılar tarafından, Türklerden görmediği hakaretlere uğrayıp öldürüldü. Yeni Bizans İmparatoru Yedinci Mihail, Diyojenn Türklerle yaptığı anlaşmayı kabul etmedi.
Kazanılan büyük zaferden dolayı Abbasî Halifesi, Sultana tebrik ve teşekkür mektupları gönderdi. Birçok İslâm şairi, Alparslanı öven kasideler yazdılar.
Türklerin yeni yurt edinmesini sağlayan Malazgirt Zaferinden sonra, on beş yıl içinde, Anadolu ele geçirildi. Bu zaferle, Anadolunun tapusu, Türklerin eline geçti. Bu bakımdan, Malazgirt Zaferi, Türk ve dünya tarihinde bir dönüm noktası oldu.
Anadoluya, burayı vatan edinen Selçuklu Türkleri ile diğer Türk boyları yerleştirildi. Bozkır kültüründen, İslâm medeniyeti dairesine bütünüyle giren Türklerin dünya görüşü daha da gelişti. Doğudan gelen göçebe Türkler, Anadoluda yerleşik medeniyete geçirildi. Şehirler kurup geliştirerek kültür, sanat, sosyal müesseseler tesis edildi. Kıymetli mîmarî eserlerle, bu yerleşim merkezleri süslendi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://karaadilli.net
dogan0378
yönetici yönetici
dogan0378

Erkek
Yaş : 46 Kayıt tarihi : 25/05/08 Mesaj Sayısı : 915 Nerden : AFYON
türk tarihi savaşları Vide
MesajKonu: Geri: türk tarihi savaşları türk tarihi savaşları I_icon_minitimeÇarş. Eyl. 03, 2008 10:48 pm

Miryokefalon (Miryakefalon) Savaşı
Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ile Bizans imparatoru Manuel I Komnenos arasında, Denizli yakınlarında Miryokefalon'da (Myriokephalon) yapılan savaş (17 Eylül 1176). Suriye ve Musul hükümdarı Atabeg Nureddin Mahmud Zengî'nin ölümü üzerine (1174), büyük bir rakipten kurtulan II. Kılıç Arslan, ertesi yıl, Orta Anadolu'da Sivas ve Tokat bölgelerine hâkim olan Danişmendli Türk beyliğine son verdi. Türklerin Bergama ve Edremit'e kadar ilerlemeleri, Bizans İmparatoru Manuel'in, Kılıç Arslan'ı ezmek ve Türk hâkimiyetine kesin bir şekilde son vermek için hazırlıklara girişmesine sebep oldu. Manuel, papaya bir mektup yazarak, zamanın yeni bir haçlı seferi için elverişli olduğunu ve "Anadolu'dan geçen yolun artık güven altına alınacağını" bildirdi. Manuel, amcasının oğlu Andronikos Batatzes'i bir orduyla Paphlagonia'ya doğru yola çıkardı ve kendisi de büyük imparatorluk ordusuyla, Kılıç Arslan'ın başkenti olan Konya üstüne yöneldi. Kılıç Arslan, imparatora elçiler göndererek barış isteğinde bulundu, fakat Manuel bunu kabul etmedi. Paphlagonia üstüne giden Andronikos Batatzes, eylül ayı başlarında, Niksar surları önünde Türklere ağır bir şekilde yenildi. Batatzes'in kesilen başı, bir zafer nişanesi olarak II. Kılıç Arslan'a gönderildi. Bundan birkaç gün sonra Manuel'in ordusu, Menderes vadisinden geçerek Eğridir gölü ucundaki Sultandağı dizisine giden dağlık bölgeye girdi. Kuşatma araçları, erzak fazlalığı ve ağır arabalar, ordunun ilerlemesini yavaşlatıyordu. Ayrıca geçmek zorunda oldukları bölge, Türkler tarafında tahrip edilmişti. Bizans ordusunun ilerlediği yol üzerinde, Tribritze denilen ve çıkış yerinde, tahrip edilen Miryokefalon kalesinin bulunduğu bir geçit vardı. Türk ordusu, burada bir dağ yamacında toplu olarak bulunuyordu. Manuel'in ileri görüşlü subayları, bu ağır hareketli orduyu, çukur yoldan geçirmemesi için imparatoru uyardılar. Fakat ordudaki genç ve tecrübesiz prensler, kendilerine güveniyor, şan ve şöhret kazanmak istiyorlardı. Bunlar, imparatora baskı yaparak onu bu yolda ilerlemeğe zorladılar. Kendine bağlı küçük beyliklerden yardımcı kuvvetler alan Kılıç Arslan'ın ordusu, hemen hemen Manuel'in ordusuna eşit, ancak daha kötü teçhizatlıydı. Fakat, Türk ordusunun daha fazla hareket imkânı vardı. Bizans öncü kuvvetleri, zor kullanarak geçide girdi (17 Eylül 1176). Türkler, geri çekilerek dağlara saptılar, sonra da imparatorluk ordusu dar yola girdiği sırada, yamaçlardan aşağı inerek geçit içine saldırdılar. İmparatorun kayınbiraderi, bir süvari alayı başında, Türklere karşı saldırıya geçti. Fakat, bütün adamlarıyla birlikte kılıçtan geçirildi. Geçidin aşağısında bulunan askerler, onun durumunu görüyorlar, fakat sıkışık durumda oldukları için yardım edemiyorlardı. Manuel, cesaretini kaybederek paniğe kapıldı ve geçitten çıkmak için geriye kaçtı. Bunun üzerine, bütün ordu onu takip etti. Fakat, ağırlıklar yolu kapamıştı. Askerlerden çok azı kurtuldu. Akşama kadar süren savaş sonunda, II. Kılıç Arslan, Manuel'e bir haberci göndererek, derhal geri dönmesi, Eskişehir (Dorylaion) ve Gümüşsu (Sublaion) kalelerini yıkması şartıyla ona barış teklif etti ve kalan ordusuyla geçitten çıktı. Manuel, Bizans'a dönerken, yolda Türkmenlerin sürekli saldırılarına uğradı.
Miryokefalon savaşı, Selçuk ve Bizans tarihinin dönüm noktalarından biridir. Türklerin, Malazgirt'ten sonra Bizans'a vurdukları bu ikinci darbe sonucu Bizans, Anadolu'da üstünlüğünü kaybetti.Kösedağ Savaşı
Anadolu Selçuklularının, Moğollara yenilmesiyle sonuçlanan ve 1 Temmuz 1243 tarihinde meydana gelen savaş. Türk-İslâm tarihinde, önemli bir dönüm noktası teşkil eden bu savaş, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılmasına sebep olmuştur. Anadolu Selçuklu Devleti'nin güçlü hükümdarı Alâeddin Keykubaddan Moğollar çekiniyorlar, bu sebeple Anadoluya saldıramıyorlardı. Alâeddin Keykubadın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Gıyâseddin Keyhüsrev zamanında cesaretlendiler. Anadolu içlerine doğru seferler düzenlemek için, İrandaki Moğol orduları başkumandanlığına Baycu Noyan getirildi. Kafkasyadaki Gürcü ve Ermeni kuvvetlerinden de yardım alan Baycu Noyan, Anadolu Selçukluları üzerine saldırmak üzere fırsat kolladı. Baba İshak İsyanından ve Gıyâseddin Keyhüsrevin tecrübesizliğinden faydalanarak, 1242 senesinde Erzuruma saldırdı. Korkunç zulümler ve katliamlar yaparak, Müslümanların mallarını yağmalattı. Bu haberi alan genç ve tecrübesiz Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev 80 000 kişilik ordusuyla Sivasta ordugah kurup beklemeye başladı. Sultanın Sivas'ta olduğunu haber alan Baycu Noyan, buraya hareket etti.
Moğol askerlerinin Sivasa hareket ettiklerini haber alan Sultan Gıyâseddin Keyhüsrev, kumandanlarıyla istişare etti. Tecrübeli kumandanlar, Sultana silah ve erzakla dolu olan Sivasta kalmasını, burada tertibat alıp, yorgun düşen Moğollara karşı harp edilmesini söylediler. Devletin ileri kademesinde bulunan, fakat tecrübesiz ve harpten anlamayan bazı kimselerin teşvik ve tahriklerine kapılan genç sultan, harekete geçti. Sivasın seksen kilometre kadar doğusunda bulunan Kösedağ mevkiinde, suyu ve otlağı bol olan bir yeri seçerek, ordugâh kurdu. Burası askerî bakımdan savunması kolay, Moğolların tecavüzüne imkân vermeyen bir araziydi.
Dağ geçitleri tutulmuş, düşmanın gelmesi bekleniyordu. Ne yazık ki sultan, yine tecrübesiz kimselerin teşvik ve tahrikiyle, müstahkem mevkileri bırakarak, düşmanın karşılanmasını emretti. Galip geleceğinden emin bir halde, tedbire bile lüzum görmeden ilerleyen genç sultan, az sonra Moğol ordusuyla karşılaştı. İlk başta geri çekilen Moğol kuvvetleri dönüş yaparak, Selçuklu öncü kuvvetlerini bozguna uğrattılar. Hiç harp görmemiş tecrübesiz sultan, öncü kuvvetlerinin bozguna uğradığını duyunca, ordunun tamamen yenildiğini sandı. Düşman eline geçmemek için otağını ve hazinelerini harp meydanında bırakıp Tokata, oradan da Konyaya doğru kaçmaya başladı. Sultanın harp meydanından kaçtığını henüz duymayan Selçuklu askerleri, akşamın geç vakitlerine kadar düşmanla çarpışmaya devam ettiler. Sultanın harp meydanını terk ettiğini öğrenince, onlar da çadırlarını bırakarak firar ettiler. Ertesi sabah, çadırlarda bir hareket göremeyen Moğollar, bunun bir harp hilesi olduğunu zannederek, çadırlara iki gün yanaşamadılar. 3 Temmuz 1243 tarihinde, korka korka çadırlara girdiler. Küçük bir çarpışma ile harp bitti. Seksen bin kişilik Selçuklu ordusu, utanç verici bir yenilgiye uğradı. Selçuklu toprakları, Moğol işgal ve zulmüne uğradı. Erzincan, Sivas ve Kayseriyi yağmalayan Moğollar, pek çok Müslümanı şehid ettiler.
Kösedağ mağlubiyetinde sultanı ikna edemeyen güngörmüş vezir Mühezzibüddin Ali, Konyaya gitmeyip Amasyaya geldi. Moğol kumandanı Baycu Noyanla görüşme yoluna gitti. Bazı hususları anlatıp, pek çok hediyeler vererek, daha fazla gitmemesini tavsiye etti. Bir müddet Anadolunun işgalini durdurup geri dönmeleri, Mühezzibüddin Alinin gayretleri sebebiyle oldu. Yapılan sulh antlaşmasıyla, Selçuklular, Moğollara vergi vermeyi kabul ettiler.
Türk tarihinde benzeri görülmemiş olan Kösedağ Bozgunu, genç ve savaş tecrübesi olmayan Selçuklu Sultanı Gıyâseddin Keyhüsrevin fevrî hareketleri neticesinde ortaya çıkmıştır. Daha önce Anadoluya girmeye cesaret edemeyen Moğollar, Kösedağ Bozgunundan sonra Anadoluyu kolayca istila etmişler, şehirleri yağmalayıp, Müslüman halkı sivil-aser, kadın-çocuk demeden katletmişlerdir. Bu mağlubiyet neticesinde, Selçuklular, Moğollara vergi vermeyi kabul etmişler, iki yüz yıllık Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılışı başlamıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://karaadilli.net
dogan0378
yönetici yönetici
dogan0378

Erkek
Yaş : 46 Kayıt tarihi : 25/05/08 Mesaj Sayısı : 915 Nerden : AFYON
türk tarihi savaşları Vide
MesajKonu: Geri: türk tarihi savaşları türk tarihi savaşları I_icon_minitimeÇarş. Eyl. 03, 2008 10:49 pm

Sırpsındığı Savaşı (Zaferi)
Osmanlı kuvvetlerinin Haçlı ordusuyla yaptığı ilk savaş (1364). Osmanlı Beyliği'nin Trakya ve Balkanlar'da hızla ilerleyerek birçok yeri ele geçirmesi, Papa Urbanus V'in teşvikiyle Macarların, Bulgarların, Sırpların, Eflaklıların ve Bosnalıların, Osmanlılar aleyhine birleşmesine sebep oldu. Müttefik ordusu, Edirne üstüne yürüdüğü sırada I. Murad Han, Bursa'daydı. Edirne'de bulunan Beylerbeyi Lala Şahin Paşa, I. Murad Han'dan yardım istedi. I. Murad Han, emrindeki kumandanlardan Hacı İlbeyi'ni 10 000 kişilik bir kuvvetle, düşmanın durumunu öğrenmesi için Sırpsındığı'na gönderdi. Hacı İlbeyi, düşman kuvvetlerinin her türlü emniyet tedbirinden uzak olarak ilerlediğini görünce, bir gece baskınıyla Macar kralı Layoş kumandasındaki bu haçlı ordusunu mağlup etti. Askerlerin çoğu, Meriç nehrinde boğuldu. Bazı kaynaklara göre Lala Şahin Paşa, Hacı İlbeyi'nin kazandığı bu zaferi kıskandığı için, onu zehirleterek öldürttü.
Bu zaferden sonra, Edirne, Osmanlı Devletinin başkenti oldu; Bulgar Krallığı, Osmanlı Devletine vergi vermeyi ve Osmanlı himayesine g

Çirmen Savaşı (Zaferi)
I. Murad Han devrinde, Osmanlı-Sırp savaşı (1371). Ortaçağ'da Bizanslılarca Tsernomianon adı verilen Çirmen, Bizans'ın batı sınırındaki kalelerden biriydi. I. Murad Han devrinde Osmanlılar'a geçen kale, öne dizdarlıkla yönetildi; XIV. yüzyılın ikinci yarısında Rumeli'nin ilk sancağı oldu. Osmanlı hizmetine giren Anadolu beyleri, buraya tayin edilirdi. XVII. yüzyılda, görevden uzaklaşan Kırım hanlarına arpalık olarak ayrıldı.
En eski kuruluş olduğu için Çirmen sancak beyleri, padişahlık tuğunu taşıyarak saygı görmüşlerdir. Önceleri Edirne'yi de içine alan Çirmen, merkez Edirne'ye geçince bu ilin bir bölümü oldu. 1877 Berlin Kongresi'nde, Osmanlı toprakları içinde sayıldı, 1912-1913 Balkan Savaşı'nda, Bulgarların eline geçti, Londra ön barışı ile Bulgarlara bırakıldı (30 Mayıs 1913).
I. Murad Han devrinde, Evrenos Bey'in idaresindeki Türk ordusu, Pirlepe kralı Vukaşin'in kardeşleri Sırp despotu Uglieş ve Vojko kumandasındaki Sırp ve Balkan Hıristiyanlarını yendi. Vukaşin ile kardeşleri, bu savaşta öldüler. Böylece Çirmen, Türk hakimiyetine girdi ve Sırpların doğu sınırı olan Makedonya, Türk fetihlerine açıldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://karaadilli.net
dogan0378
yönetici yönetici
dogan0378

Erkek
Yaş : 46 Kayıt tarihi : 25/05/08 Mesaj Sayısı : 915 Nerden : AFYON
türk tarihi savaşları Vide
MesajKonu: Geri: türk tarihi savaşları türk tarihi savaşları I_icon_minitimeÇarş. Eyl. 03, 2008 10:49 pm

Kosova Savaşı (Kosova Zaferi, Kosova Savaşları)
Osmanlılar ile Haçlılar (Sırp, Bulgar, Macar ve Karadağlılar) arasında yapılan meydan savaşları. Birinci Kosova Savaşı (1389)
I. Murad (Hüdâvendigâr), Sırp, Bulgar ve diğer Hıristiyan devletlerin doğurduğu tehlikeyi önlemek amacıyla, 60 000 kişilik bir kuvvetle Sırbistan üzerine yürüdü. I. Murad Han'ın yanında oğulları Bayezid (Yıldırım) ile Yakub Bey vardı. Öncü kuvvetlerin başında Evrenos Bey ile Paşa Yiğit bulunuyordu. Türk ordusu, Filibe, Köstendil, Eğri Palanka ve Üsküp'ün kuzeydoğusundan geçen yolu takip etti, Kosova ovasının doğu yamaçları boyunca Priştina'ya yürüdü. İki taraf, Priştina'nın kuzeybatısında, Priştina - Vuçitrn yolu üzerinde, Lab suyu yanında karşılaştı. Haçlı kuvvetleri, Osmanlılar'dan fazlaydı. I. Murad Han, ordunun merkezinde yer aldı; sağ kolda Bayezid'i, sol kolda öteki oğlu Yakub'u görevlendirdi. Veziriazam Çandarlı Ali Paşa ile Kara Timurtaş Paşa, padişahın yanında yer aldılar. Haçlıların merkezinde Sırp despotu Lazar, sağ kolunda yeğeni Vuk Brankoviç, sol kolda da Bosna kralı Tvrtko vardı. Sekiz saatlik bir çarpışmadan sonra, henüz savaşın sonucu alınmadan, Lazar'ın damadı, Sırp asilzadelerinden Miloş Obiliç (veya Kopiliç), bir mülteci veya elçi gibi Sultan Murad Han'a yaklaştı ve birden çıkardığı hançerle padişahı yaraladı. Türk kaynaklarında, I. Murad Han'ın savaşın sonunda savaş sahasında dolaşırken, yaralı bir Sırp tarafından öldürüldüğü kaydedilir. Sultan Murad Han'ın yaralandığı yere bir çadır kuruldu; sultan, ağır yaralı olduğu halde kumandayı elden bırakmadı. Bu sebeple, savaş Türklerin lehine sonuçlandı. Ölmeden önce esir alınan Sırp despotu Lazar ile damadı ve diğer Sırp asilzadeleri öldürüldüler. I. Murad Han'ın vefatından sonra yerine, I. Bayezid (Yıldırım) padişah oldu; Sırpları takip eden Yakup Çelebi ise öldürüldü.
Birinci Kosova Savaşı sonunda, yeni Sırp despotu Stephan Lazaroviç, Osmanlılara vergi vermeyi ve savaşlara askerleri ile birlikte katılmayı kabul etti; ayrıca kızkardeşi Despina'yı, Bayezid Han'a zevce olarak verdi.
İkinci Kosova Savaşı (1448)
Polonya ve Macaristan kralı Ladislas'ın, Varna'da ölümünden sonra (1444) Macaristan kral naipliğine getirilen Yanoş Hunyadi, Varna yenilgisinin öcünü almak için kuvvet toplamağa başladı. Bu sırada Osmanlılar, isyan eden Arnavutluk beyi İskender Bey ile uğraştıklarından, Yanoş Hunyadi'nin, Macarlardan başka Eflak, Bohemya ve Almanlardan kuvvet toplamasına engel olamadılar. Sırbistan'a kolaylıkla geçen Yanoş Hunyadi kuvvetleri, Kosova'ya geldi (1448). Osmanlı hükümdarı II. Murad Han da bir süre sonra Kosova'ya vardı. Yanoş Hunyadi, gönderdiği elçi aracılığıyla barış istedi. Ancak bu teklifi kabul edilmedi. Savaş, Yanoş Hunyadi'nin saldırısıyla başladı. Üç gün sürdü (17-19 Ekim). İlk gün, hafif kuvvetlerin birbirlerini denemeleriyle geçti. Şiddetli savaş, ikinci gün öğleden sonra başladı. Gece yarısı Yanoş Hunyadi kuvvetlerinin, Osmanlı ordugâhına yaptığı baskın bir sonuç vermedi. Üçüncü gün sabahtan başlayan savaşta Osmanlılar, plan gereğince sağ ve sol kanatları, yenik düşmüş gibi göstererek geri çektiler. Merkezi müdafaasız bulan Yanoş Hunyadi, hücum emrini verdi. Merkezde bulunan yeniçeriler, haçlılara şiddetle karşı koydular. Haçlılar merkeze yığılınca, sağ ve sol kanatlardan geri çekilen Osmanlı kuvvetleri, bu kanatlardan ve geriden haçlıları sarmağa başladılar. Kısa bir süre sonra, haçlı ordusunda panik başladı. Yanoş Hunyadi, savaş meydanını bırakarak kaçtı. Pek çok haçlı, savaş meydanında kaldı.
İkinci Kosova Savaşı sonucunda Osmanlılar, Balkanlar'a iyice yerleştiler. Yenilen Macarlar, 1456 Belgrad kuşatmasına kadar, Osmanlılarla savaşmadı, özellikle İstanbul'un fethine seyirci kaldılar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://karaadilli.net

türk tarihi savaşları

Önceki başlık Sonraki başlık Sayfa başına dön
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var: Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
karaadilli forum :: genel :: tarih -

Turkish en iyi site arama zambazingosu
Turkish en iyi site arama zambazingosu
Web Stats Webmasterim.Com
ERP Tekstil Omax


Limitsiz Forum
forum kurmak | ©phpBB | Bedava yardımlaşma forumu | Suistimalı göstermek | Son tartışmalar